“Ata binilmez, ata yükselinir.”
Necip Fazıl Kısakürek
Sanat ve iletişimin varoluşsallığı birlikte ele alınabilir. Bu ikilinin yanına muhtelif nesne ve özneler eklenerek aralarındaki ilişkinin mahiyeti daha da belirginleştirilebilir. Sanat, insanın estetik ihtiyaçlarıyla doğar, iletişimle yaygınlaşır, sonraki nesillere aktarılır. Duygu, düşünce, renk ve ses gibi nüanslarda gerçek anlamını, gerçek dünyada somut ve soyut olarak karşılık bulur.
İnsan, yaşamını daha zevkli kılmak için enstrüman yapar, resim çizer, doğa ile iletişim kurar. Sağlıklı bir iletişimin kurulması için de canlıların duygusal ve düşünsel yönden anlaşabilmesi en önemli etkenlerdir. Çevresiyle bilinçli bir şekilde etkileşime giren insan, kendini ifade etme estetiğini yakalayarak sanat alanında da bilinçli adımlar atar. Beden ve söz dili, insanın kendini ifade etmesindeki en önemli araçlar. Ayrıca muhatap olduğu canlıları da bu veçhelerden anlaması, iletişimin kuvvetlenmesini sağlayan bir diğer noktadır.
Sanatın İlk Müjdesi
İletişim; tüm canlı ve cansız varlıkların var olma nedeni ve evrensel bir olgudur. İletişim sürecinde kişinin kendi varlığını gözlemleme ve tanıma deneyimleri artar, kendisini geliştirir. İnsan, yaşamını zevkli hâle getirmek amacıyla çaldığı enstrümanı, yaptığı şekli, çizgiyi, sesi, sözü ve beden dilini estetik yetkinliğe ulaştırarak sanata dönüştürür. Sanat, iletişimin bir yönüdür. Sanatın ve iletişimin birbirini var etme sürecinde karşılıklı bir ilişki söz konusudur. İletişim, sadece sanatı iletmekle kalmaz, insanın duygu ve düşüncesini de şekillendirir. İletişim sayesinde kişiler kendi sınırlarını da aşarak sağlıklı ilişkiler kurarlar.
Söz sanatı, sadece içerikle yetinmez, dilin kullanım şekli sanatın kimliğini de ortaya koyar. Söz hem anlam hem de yapı olarak bireysel bir yorum kazanır. Sözün sanat olması için dilin içerik düzeyinden duygu ve düşünceyi yüklenerek bunları estetik boyuta yükseltmesi gerekir. İnsan, çevre deneyimleriyle elde ettiği bilgiyi iç zenginliğiyle geliştirerek sanatı var eder. Dış dünyaya sanat olarak yansıyan iletişim sayesinde kendisini gerçekleştirme yönünde adımlar atar. Sanatçı, doğanın dilini kendi diline çevirerek özgünleştirir. Sanat algısı ne yalnızca sanat dilini anlamak, ne yalnızca yaşamın imgesel modelini yaşamak ne de yalnızca bireysel olarak yorumlamaktır; aynı zamanda görünüş ve biçimlendirmeleri algılayanın hayalinde yeniden yaratmaktır da.
İletişim sadece konuşabilen varlıklar arasında değildir. Nasıl mı?
At; insanın inanç dünyasını, efsanelerini, masallarını, halk edebiyatını ve kültür tarihini aktarmasında iletişime kabiliyetiyle önemli bir rol oynayan canlılardan birisidir. Atın insanla iletişim kurması, ona itaatiyle başlar. Hz. Âdem ile Aşkar, Hz. Peygamber (sav) ile Burak, Hz. Hüseyin ile Zü’l-Cenah arasındaki ilişki bu noktada akla gelen ilk örneklerdir. Atın boynunu yere eğmesi, ağzında beliren küçük çiğneme hareketleri, atın insanla iletişim kurmaya ve ona tabi olmaya başladığını gösteren işaretlerdir. Bunların yanında etrafını inceleyen at, çevresiyle ilgilendiği mesajını verir. Eğitmenleri atlarla iletişim kurmak için öncelikle onlarla dairesel alanda bir araya gelirler. Mükemmel bir şekil olarak kabul edilen daire, doğada da en sık görülen geometrik şekildir. Ay, güneş ve canlıların irisleri daire biçimindedir ve bu yüzden daire antik filozoflar tarafından göksel (tanrısal) kabul edilir. Göz yuvarlağının daire şeklinde olması onun ruha açılan bir kapı gibi algılanmasına neden olur. Gözlerle temas kurmak bu yüzden önemlidir. Kişinin karşısındakinin gözlerine içine bakarak konuşması ve dinlemesi, muhatabını gerçekten anladığını gösterir çünkü. Daire, bakışı doğrudan merkeze davet ederek karşıdaki öznenin ya da nesnenin odak noktasının görülmesini sağlar. Daireye hangi noktadan bakılırsa bakılsın, merkezi değişmez. Bu husus insanın atla iletişim kurmasında da yardımcı fonksiyondur. Eğitmen ve at dairesel alan içinde sürekli göz temasında, yani iletişim hâlindedirler.
Atlar, insanlarla iletişim kurabilmek için davranışlarını onlara adapte ederler. Beden dili üzerinden atla iletişim kurulmak istenirse söyledikleri çok şey var. Atlar insanın beden dilini anlamaları yönünden diğer hayvanlardan daha üstündürler. Çünkü oldukça yüksek öğrenme kabiliyetleri vardır. İşitme yetenekleri daima üst seviyede olan atların, kulakları ile verdikleri mesajlar çok mühimdir. Kulaklarıyla verdikleri mesajlarla eğitmeni ya da binicisi ile iletişim kurarlar. Atlar kulaklarını sesin geldiği yöne doğru çevirerek komut alırlar ve kendilerinin sergileyecekleri hareketin mesajını da iletirler. At, kulaklarını diktiği zaman dönüp kaçacağı mesajını verir, bunu yaparken binicisini düşüreceğini işaret ediyor da olabilir; dikkat edilmesi gereken bir hareket. At en çok kulaklarından belli eder kendini; kulaklarını geriye doğru yaslarsa sahibini takip ediyordur. Kulaklarını geriye attıysa bir şey bekliyordur ya da bir kötülük geleceğini hissetmiştir, korkuyordur. Ortada aksi bir durum yoksa atın kulaklarından okşayarak onun sakin olmasına yardımcı olunabilir. Kulaklarından okşadık, sevdik; atın normal ruh hâline döndüğünü nasıl anlarız? Muhatabına mesaj vermeye hazırdır zaten at, hemen kulaklarından birini ileriye diğerini de geriye atıverir. At, insanı ve onun komutlarını anlayabilecek hislere sahip çünkü. Eğer gergin bir insan atla muhatap oluyorsa bu hâl ata da muhakkak geçer; huysuz davranmaya başlar. Burada kamçı çözüm yolu değildir. Kamçının atı cezalandırmak için değil komut vermek için kullanılan bir araç olduğunu unutmamak gerekir.
İletişim Ne Mühim!
Her şeyden önce insan ve atın birlikte hareket edebilmeleri sessiz sinemaya benzer; büyülü bir dil gibidir aralarındaki iletişim şekli. Konuşmayan bir canlıyı harekete geçirmek, onunla koşabilmek hatta uçabilmek için insanın önce bu dili öğrenmesi gerekir. Güzel kokularla atı bir yere götürmek, kötü kokularla durdurmak, havuç, elma ve şeker gibi yiyecekler bir nevi atı kandırarak Pavlov’un köpeğiyle, Küçük Prens’in de Tilki ile kurduğu ilişkiyi kurabilmesi gerek insanın. Yani atlar için ödül de önemli.
Goethe sanatın en yüksek amacının güzellik, onun etkisinin de zarafet duygusu olduğunu belirtir. Güzel ve zarif canlılar olan atlar sanatın vücuda gelmiş hâli gibi değil mi? İnsanın etkileme ve etkilenme gereksinimi sonucu doğan sanat, insanların diğer canlılarla kurduğu iletişim ve ilişki neticesinde kendisini gösterir. Atlarla kurduğu ilişkide insan sadece güzellik faydasına takılı kalmayarak iletişim üzerinden doğayla farklı bir anlaşma boyutuna geçer. Sesi ve hareketleriyle karşısındaki canlının duygu dünyasına bambaşka damgalar vurarak sanat ve iletişim ilişkisinin bilişsel ve duygusal kaynağını farklı veçheden kurar.
Atların da çeşitli tecrübeleri bulunduğunu unutmamak gerekir. Başka atlar tarafından korkutulmuş ya da zarar görmüş olabilirler. Kaza geçirmiş, sahipleri ya da seyisleri tarafından incitilmiş olabilirler. Bu yüzden kimi zaman ürkek, kimi zaman hırçın, kimi zaman asi vb. şekillerde davranışlar sergileyebilirler. Sonrasında da beklerler. Acaba karşımdaki insan şimdi bana ne yapacak? Derdini anlatamayan her canlıya karşı hoşgörülü olabilmek büyük zanaat. Ata hitap ederkenki ses tonu önemli; “Yapma oğlum, hadi kızım…” gibi ifadeleri dile getirirken sergilenen beden dilinin de yapıcı olduğunu ata hissettirmek gerekir. Yani atı anlamak derinlik meselesi.
Atın Gözleri
At çevresini panoramik bir şekilde izleyebilir. Muhatap olduğunuz atın gözleri açık, bir nevi vel-fecir gibiyse o etrafının farkındadır, gözlem yapıyordur. Hele kafası her yöne dönüyorsa işte o zaman kesinlikle gözleri seyir hâlindedir. Gözler hafifçe kapanmış, zaman zaman da göz kapakları düşüyorsa at uyku modundadır. İki göz de kapalıysa bilin ki artık uykudadır. At sabırsız, sinirli veya rahatsız olduğunda ön tırnaklarıyla yere vurur. Yivli ön bacaklar atınızın koşmaya veya takip etmeye hazır olduğunu gösterir. Ayrıca, düzgün durmasını engelleyen bir sağlık problemi olduğu anlamına da gelebilir. Bunu fark etmek de kişinin karşısındaki canlıyı gerçekten ne kadar anladığıyla ve doğru iletişim kurduğuyla ilgili. Ata doğru hamlede bulunabilmek için artık iş biraz da “hiss-i kable’l vuku”ya kalmış gibi.
Bir ön veya arka bacağını kaldırdığında kendini tehdit altında hissettiğini belirtir at. Bu esnada atla araya mesafe koymak gerekir, yoksa bir tekme ya da çifte ile yerle yeksan olabilir insan. Bu görüldüğünde atla araya biraz mesafe koymak gerek. Bir at tekmesi ciddi yaralanmalara neden olabilir çünkü. En tatlı hareketleri, arka ayaklarını sıra ile indirerek istirahat ettiği pozisyondur. Yanına yaklaşır, saçını okşar, yavaş yavaş açılıp kapanan göz kapaklarına bakılır. Kâkülleri ile oynanır, kirpikleri birbirine dokunduğu an bir türkü geçer akıldan: “Kirpiğin kaşına değdiği zaman”. Buraya kadar, atları tanımak daha doğrusu onlarla iletişim kurmak için ipuçları belirtildi ama asıl noktayı belirtmeden bu kanıları kesin sonuçlar olarak kabul etmemeli: Bütün bunlardan başka aslında siz atları incelerken atlar da sizi inceler ve sizi, size karşı kullanabilecek bir duygusal mekanizma geliştirir.
Atlar insanın yüzünü gördükçe, duygularını hissettikçe, söylediklerini duydukça çeşitli tavırlar geliştirirler. İnsanın yüz ifadesi dostça ve samimi ise at, benzer bir surete bürünebilir ve hareketleri hâliyle ılımlı olur. Kişi kızgın, sinirli ya da gergin yüz ifadelerine sahip olursa at, insanla yüz yüze gelmek istemeyebilir ve bunu dışa vuran davranışlar sergileyebilir. Hele bir de başını çeviriyorsa aman! Atlar korku, şaşkınlık veya üzüntü ifadelerinde kaşlarını indirirlerken selamlama veya kabullenme durumlarında dudaklarını gülümsemeye benzer şekilde yukarı bükerler. Alarm durumlarında gözlerini insanların yaptığı gibi kocaman açarlar. Atla kurulan iletişim, farklı bir boyut; hem estetik hem de duygusal ve düşünsel yaratıcılık gücünü barındırır içinde.
Hissederek Paylaşmak
İnsan duygularını muhatabıyla paylaşırken iletişimden doğan güzellik duygusu, sanatı çağrıştırıyor. Bestelerin, resmin ve diğer sanat eserlerinin insanın zihninde oluşturduğu etkiye benzer şekilde bir canlıyla konuşmadan anlaşabilmek; atın kendi içgüdüleri yerine insanın komutlarını dinlemesi, ona itaat etmesi ve güvenmesi, kişiye toplumsal yaşam dışındaki dünyayı keşfetme noktasında hissederek paylaşmanın önemini fark ettiriyor.
Betül Sezgin