Rifat El-Arîr’i pek çoğumuz gibi ben de 7 Ekim sonrasında tanıdım. Önce, Gazze’deki evinden televizyonlara bağlanıp bombalamalar sırasındaki durumu anlatan bir yüzdü. Zayıf çehresi, acı yüklü gözleri, hisli sesiyle belli ki Filistin halkının yaşadığı felâket silsilesinin bu son halkasını sadece içeriden yorumlamıyor, tüm yüküyle sırtında da taşıyordu. Sonra, savaş haberleri bir soykırımın gelmekte olduğunu giderek daha kuvvetle göstermeye başladığında, Twitter’da sık sık karşıma çıkan, elinden geldiğince halkının sesini dış dünyaya duyurmaya çalışan Filistinli hesaplardan biri oldu.
Ama esas tanışma 6 Aralık 2023’te gerçekleşti. 27 Ekim’de İsrail’in Gazze’yi yerden işgâli başlamıştı. Her geçen gün daha çok sayıda Gazzeli, evlerini terk ederek daha güvenli gördükleri yerlere, çoğunlukla da bölgenin güneyine gidiyordu. Yağan ölüm ve yıkım haberleri arasında 6 Aralık günü El-Arîr’in iki kardeşi ve dört yeğeniyle birlikte katledildiğini öğrendik. Anlaşıldığına göre öldürüldüğü gün İsrailli bir subay tarafından aranmış ve tehdit edilmiş; hedef alınabileceğini düşününce, çocukları ve karısını bırakıp kız kardeşinin evine geçmişti. Şüphesinde haksız değildi. Kız kardeşinin evi üç katlı bir binanın ikinci katındaydı; İsrail kuvvetleri binayı milimetrik şekilde hedef alarak sadece El-Arîr ailesinin bulunduğu ikinci katı vurdular. [1]
El-Arîr’in katli büyük bir hüzün ve tepki yarattı. İnsanlar karşılarında kimseye zarar veremeyecek, ince düşünceli ve hakiki bir insan olduğunun farkındaydılar. Göz göre göre öldürülmesi, Gazze halkına yaşatılanların ne kadar ağır olduğunun kuvvetli bir temsili olarak algılandı. 1 Kasım’da Twitter sayfasına koyduğu “If I Must Die” [2] (Ölmek Zorundaysam) başlıklı şiiri, vefatından önce de ilgi çekmiş ve bolca paylaşılmıştı ama vefatının ertesinde bir protesto metnine dönüştü. Neredeyse dünya üzerindeki her dile çevrildi, birçok etkinlikte bin bir farklı insan tarafından okundu, yaygınlaştırıldı. “Ben ölmek zorundaysam / sen yaşamalısın / hikâyemi anlatmak için” diye başlayıp, “Ben ölmek zorundaysam / bırakın ölümüm umut olsun / masal olsun” diye biten şiir, El-Arîr’in arzusunun yönünde bir vasiyet gibi algılandı.
Yukarıda “esas tanışma” dedim; zira pek çoğumuz El-Arîr’in bu vasiyet-şiirinin arkasında bir ömür olduğunun farkına ancak o öldükten sonra vardık. Aslında o, ta en başından beri dünyayla konuşmaya, Gazze’nin sesini duyurmaya adamıştı kendini. 1979 Gazze doğumluydu. Gazze İslam Üniversitesinde İngiliz Edebiyatı hocası olarak çalışıyordu. İngiltere’de yüksek lisans, Malezya’da doktora yaptıktan sonra memleketine dönmeyi tercih etmiş; İngilizce yazan, ellerindeki kısıtlı imkânlarla dünyaya seslerini duyurmaya çalışan çok sayıda Gazzeli öğrenci yetiştirmişti.
*
El-Arîr’in çabasının ilk büyük verimi 2014 senesinde yayımlanan Gaza Writes Back [3] (Gazze Cevap Yazıyor) oldu. Bugünden baktığımızda İngilizce dünyada bir nebze de olsa ses getirdiğini gördüğümüz bu eser, 2008-2009’a gerçekleşen ve 1400’den fazla Gazzelinin öldürüldüğü Dökme Kurşun Operasyonu’nu henüz çocuk yaşta tecrübe etmiş genç yazarların hikâyelerinden oluşuyordu. Bu gençlerin büyük çoğunluğu El-Arîr’in öğrencileriydi.
Ama gelin görün ki Gazze Cevap Yazıyor’un yayımlandığı sene Gazze’nin makus talihinde yeni bir sayfa açıldı. 2014’te İsrail, Koruyucu Hat Operasyonu isimli yeni bir saldırı başlattı. Bu yeni operasyon Dökme Kurşun’a kıyasla daha zalimdi. Bu sefer 2300’den fazla Filistinli hayatını kaybetti. Rifat El-Arîr operasyon sırasında doktora eğitimi sebebiyle Malezya’da yaşıyordu ve Gazze Cevap Yazıyor’un tanıtımı için bir süreliğine Amerika Birleşik Devletleri’ne gitmişti. Tam bu sırada kardeşi Muhammed El-Arîr’in bir roket saldırısında öldürüldüğü haberini aldı. [4]
Bu felâketin de etkisiyle olacak, ertesi sene bu sefer Filistin halkının 2014’teki operasyonda yaşadıklarını anlatabilmek için Amerika’da tanıştığı Laila El-Haddad’la beraber yeni bir kitap hazırlığına giriştiler. Eser hemen ertesi sene, 2015’te yayımlandı: Gaza Unsilenced [5] (Susmayan Gazze). Bu yeni kitap da bir derlemeydi ama hikâyelerden değil, savaş sırasında ve sonrasında yazılmış çok sayıda kısa metinden oluşuyordu. Tanıklıklar, haberler, denemeler, anma yazıları, şiirler gibi farklı türleri içeren eser, bir yanıyla 2014’teki İsrail taarruzunun çok boyutlu bir dökümünü çıkarmak amacıyla tasarlanmıştı.
2014’ten sonra -Ekim 2023’e dek- Gazze’de benzer şiddette bir operasyon olmadı. Susmayan Gazze’den sonra El-Arîr de yeni bir kitap yayımlamadı. Duyulmuş muydu sesi, eserleri okunmuş ve herhangi bir karşılık bulmuş muydu? Buna olumlu cevap vermek zor; zira 2014 ertesinde Filistin meselesinin giderek gündemden düştüğünü gördük. On yıllar boyunca dünyadan haberlerin ön sıralarında kendine yer, yerel ve evrensel izlerçevrede geniş yankı bulmuş meseleye yönelik ilgi her geçen gün azaldı. Üstüne, tam da bu yıllarda işgal genişliyor, Batı Şeria’daki İsrail yerleşimlerinin kapladığı alan ve bu alanlardaki yerleşimci sayısı giderek artıyordu. Gazze için arada “dünyanın en büyük toplama kampı” ya da “dünyanın en büyük açık hava hapishanesi” ifadesini duymaya devam ediyorduk; ama doğrusu çok da umursamıyorduk. Filistin mücadelesinin sesi zayıflarken ülke uzun döneme yayılmış bir yok oluşa mahkûm edilmiş gibiydi. Ammavelâkin 7 Ekim 2023’teki Hamas saldırısıyla tarihin yeni bir safhasına geçildi.
Şimdi El-Arîr’in iki eserine daha yakından bakıp merhum yazarın emeğini anlamaya çalışalım.
*
Gazze Cevap Yazıyor, genç ve tecrübesiz kalemlerin öykülerinden müteşekkil bir eser. Derlemede yer alan yirmi üç öykünün ikisi dışında hepsi doğrudan İngilizce yazılmış ve bunların büyük kısmı yazarların yayımlanan ilk hikâyeleri. Kitaba katkı veren on beş yazarın sadece üçü erkek. Bu yazarların çoğunluğu, Dökme Kurşun Operasyonu’nu Gazze’de henüz çocukken tecrübe etmiş, yakınlarını kaybetmiş ve kentin yıkımını ilk elden yaşamış gençler. Dolayısıyla ortaya çıkan öykülerin bir yönüyle şahsi tanıklıklar olduğunu söyleyebiliriz. Derlemede, El-Arîr’in de üç hikâyesi var.
Rifat El-Arîr, Gazze Cevap Yazıyor’un önsözünde, kitapta üç temanın öne çıktığını belirtiyor: Toprak, ölüm ve hafıza. [6] Gerçekten de bu üç tema kitabı baştan ayağa kat ediyor. Ama derlemeye yakından baktıkça yazarın bu tespitini bir dilek gibi düşünmek de işten değil. Zira, El-Arîr toprak vurgusuyla okuru, bu metinlerde Filistinlilerin yurtlarına bağlılığına ve toprağın kutsallığına duydukları imana tanık olmaya davet ediyor: Filistinliler hiçbir zaman topraklarından vazgeçmeyecekler! Üstüne, kaybedilenin ağırlığı ne kadar artarsa artsın, Gazzelilerin kendi tecrübelerini ve yurtlarını sonsuza kadar hafızalarında taşıyacaklarını ve unutmanın bir seçenek olmadığını herkesin anlamasını istiyor; bunu yaparken okurun payına düşen sorumluluğun altını da apaçık çiziyor: “Buradaki hikâyeler hatırlamayı teşvik etmekte ve unutmayı kınamaktadır,” [7] diyor kitabın henüz başında.
Dolayısıyla Gazze Cevap Yazıyor’un siyasi niyetinin ve konumunun bu iki unsurda toplandığını, hatta cisimlendiğini söylemek yanlış olmaz. Ama asıl çarpıcı olan şu: Bu iki tema, üçüncünün yani ölümün yanında arka planda kalıyorlar. Kitaptaki öyküler ölü çocuk bedenleriyle, katledilmiş babalarla, ölenlerin arkasından yaşamak cezasına çarptırılmış geride kalanlarla dolu. Filistinli, inatçı ve direngen; hayatın neşesine ve umuda kapısını asla kapatmıyor ama okur öyküden öyküye geçerken aslında bir cenaze evini dolaşmakta olduğunu hissediyor. Bu hâliyle ben, gencecik yazarların öykülerinden oluşan Gazze Cevap Yazıyor’un en çok ölüm hakkında bir kitap olduğu kanaatindeyim.
Eseri buradan okuduğumuzda kitapta en belirgin sesin de geride kalanın sesi olduğunu fark ediyoruz. Hasbelkader hayatta kalmış olanın bakışı kuruyor öykülerin çoğunu. Evet Gazzeli mücadele etmeye devam edecek, toprağını bırakmayacak ama peki bu ıstıraba nasıl dayanacak? Şehd Avadallah’ın “Bir Seher Vaktinde” adlı öyküsünde bir füze hücumunda oğlunu kaybeden anne, saldırının olduğu geceyi şöyle hatırlıyor: “O gece saat 4.50’de, alarm saatim beni bir halk şarkısının huzurlu sesiyle uyandırdı; şarkıyı söyleyen kişi annesinden onun şehit olmasına üzülmemesini istiyordu çünkü bundan sonra cennette olacaktı. O gecenin devamında olanlara dek, o şarkıyı sevmiştim. Artık midemi bulandırıyor.” [8]
Bir kez daha soralım: Nasıl dayanacak anne bu acıya? Bir yanıyla cevap kitabın içinde ve bu cevabın sedası oldukça tanıdık. Bu seda, kahramanlara ve belki de aynı zamanda okura, Gazze ve Filistin’in büyük acısı karşısında şahsi acıların sıradanlığını ve bunları halkın büyük acısı içinde eritmek gerektiğini fısıldıyor. Cihan el-Ferre’nin “Lütfen Öldürmek İçin Ateş Edin” adlı öyküsünde bunun bir örneğini buluyoruz. İsrail saldırılarında kız kardeşi sakat kalan ve ağır yaralı babası Gazze dışına tedavi olmaya çıkamadığı için üç ay sonra vefat eden Leyla, biraz da ironiyle sarmalanmış hâlde şanslı olduğunu düşünmeye çalışıyor:
“Çektikleri ıstırap bir kenara, Leyla kendini ve ailesini diğerleriyle kıyasladığında ‘şanslı’ olduklarına inandırmaya çalıştı. Evlerinin duvarları hâlâ ayakta olduğu için aile şanslıydı; bir çadır içinde yaşayıp, kış soğuğu ve yaz sıcağının gaddarlığına maruz kalmak zorunda değillerdi. Bir İsrail füzesi tarafından vurulduğunda hâlâ bebek bezi kullanmakta olan Selma da şanslıydı; zira beyni hâlâ yerinde duruyordu, Gazze içinde tedavi görebilecekti ve evin çatısı vücudunun üzerine çökmediği için aile onun et parçalarını enkaz altından çıkarmak zorunda kalmamıştı. Fiziksel sağlığı yerinde olduğu için Um Leyla şanslıydı; ailesine bakabilecek ve geçimini sağlayabilecekti. Psikolojik rahatsızlığının üstüne bir de fiziksel yara almadığı için Sare şanslıydı. Ve hastaneye götürülmelerinden evvel bayılıp dünya üzerindeki cehenneme tanıklık etmediği için Leyla da şanslıydı.” [9]
Peki mümkün mü bu hakikatte; geride kalan, halkın büyük acısına sığınarak ve iman ederek baş edebilir mi boğazına kadar batmış olduğu kayıp duygusuyla? “Bir Seher Vakti”nde annenin “yaram kapanmıyordu” [10] dediği yerde Gazze ve Filistin bir fikir olarak teselli edebilir mi onu?
Bana kalırsa Gazze Cevap Yazıyor’un en kuvvetli vurgusu ve belki de dış dünyaya en keskin mesajı burada. Gazzeli gururlu, inatçı, hayat dolu ve imanlı ama Gazzelinin yarası açık ve kanamaya devam ediyor. O yenilmemek için elinden geleni yapacak ama bu direngen bünye boğazına kadar acı ve kederle dolu. Zira bitmeyen bir Felâket’in içinden konuşuyor bu bahtsız coğrafyanın öznesi. 1948’de Filistinlilerin üstüne çöken Nakba (Felâket) sonlanmıyor, tarihin içinde donmuyor; aksine her gün kendisine yeni şeyler katıp büyüyerek devam ediyor yaşamına.
Bu, altı çizilmesi gereken bir nokta. Çünkü bu tür edebiyat metinleri, çok zaman ancak olay olarak sonlanmış bir Felâket’in ardından konuşmaya çalışan tanıklar çıkarır okurun karşısına. Bu yarı-kurban, tanık bir şekilde kendisine ve halkına büyük acılar vermiş o olayın içindeki ve ardındaki tecrübeyi aktarabilmek için dilin imkânlarını zorlar. Felâket o kadar ağırdır ki dil çaresiz kalmaktadır ve aslında bu bizzat “hayatta kalan”ın çaresizliğidir. İçinden çıktığının ne kadar ağır olduğunu anlatabilecek midir ötedeki insanlara? Bu, bir yandan aradan çekilme, edebiyatsızlaşma; dili tarihe, hatta bir rapora yaklaştırma eğilimi üretir. Üslûplaştırmanın, edebi dilin ve genel olarak sanatın bir tür ayıp, hatta utanç gibi görünme ihtimâli hemen eşiktedir. Ama öte yandan olan bitenin dökümü ya da raporu; yani salt tarih aktarabilir mi Felâket’in duygusunu? Hatta böyle bir bakış tam aksi istikamette sonuç verip Felâket’i düzleştirerek arşive indirgemez mi?
Nakba’nın ağırlaşarak devam ettiği yerde hayatta kalanın bu çelişkisi başka bir boyut da kazanır; zira o ölümün boyunduruğu altında yaşamaya yazgılıdır. Felaket kapanmamıştır, hiçbir şeyin ertesinde değilizdir, geriye dönüp bakmak en fazla bir arzu olabilir çünkü hiçbir şey tarihselleşmemiştir. İşte, Gazze Cevap Yazıyor’da yazarların tüm “acemiliğine” rağmen bu kapanmamış Felâket gerçeğinin ve bunun Gazzelide artık bir yazgıya dönüşmüş olmasının ağırlığı ile dolarız; tüm direnme arzusuna, toprağa keskin bağlılığa ve adalete imana karşın ölümün ağırlığı, buradan kuvvet alarak metnin kılcal damarlarına sızmıştır.
Tam da bu özelliğin Gazze Cevap Yazıyor’u dünyaya gönderilmiş bir can mektubu yaptığı kanaatindeyim ben. “Ölürken yazıyorum, sesimi duyacak mısın?” diye soruyor Gazzeli genç, dünyaya. Elbette kitap bundan ibaret değil. Birçok öykü farklı açılardan kuşatmaya çalışıyor meseleyi. Örneğin iki yazar, İsraillilerin gözünden bakmayı denemiş Filistin’e. Birinde Gazze’de operasyona katılan bir askerin zihni temsil edilmiş, diğerinde yaşlı bir Filistinlinin ekmeğini çalmaktan gurur devşirmeye çalışan küçük bir çocuğunki. Öte yandan Nakba’nın hatırasını yaşayan, Gazze’ye göç etmek durumunda kalmış yaşlılar, İsrail’in Batı Şeria’da diktiği “duvar” yüzünden topraklarını kaybetmiş köylüler, İsrail hapishanelerindeki Filistinli mahkûmlar ve onları bekleyen akrabaları farklı öykülerde kahraman olarak çıkıyorlar okurun karşısına. Böylece kitaptaki öyküler ölümü merkeze alarak bambaşka eksenlerde kat ediyorlar Filistin meselesini, okura Gazze’ye bakacak farklı pencereler açıyorlar.
Son olarak Gazze Cevap Yazıyor’un açık siyasi konumunun altını çizerek bu alt bölümü bitireyim. Kitabın önsözünde El-Arîr’in sömürge-ertesi bir pozisyondan okunmayı arzu ettiğini görüyoruz. Metin bir Chinua Achebe epigrafıyla başlıyor ve çeşitli düzeylerde Edward Said’e referanslarla devam ediyor. Burada Filistin’in Nakba ve Nakba-sonrası tecrübesinin biricikliği vurgusundan ziyade dünyanın istismar edilen, acı çeken diğer toplumlarına bağlanma arzusu galebe çalıyor. Bu evrenselci vurguyu direniş vurgusu takip ediyor. Gençlerin kaleme aldıkları hikâyelerin özünde birer direniş edimi olduğunun altını sıkı sıkı çiziyor El-Arîr: “Dayatılan korkunç durumlara kelimeler yoluyla direnmek” [11]söz konusu burada. “Gazze cevap yazıyor çünkü ortada kurtarılmayı bekleyen bir Filistin vardır; şimdilik hiç değilse metinsel düzeyde.” [12]
*
Daha önce de belirttiğim gibi Gazze Cevap Yazıyor yayımlandığı sene El-Arîr, Gazze’de yaşamıyordu ve İsrail saldırılarında erkek kardeşini kaybetti. Kader şimdi onu da Gazze’ye ve Gazze’de olan bitene dışarıdan bakan bir göze dönüştürmüştü. Gaza Unsilenced ise bu dışarıda olma hâlinin yarattığı panik ve acilen bir şey yapma arzusunun sonucunda ortaya çıktı. Kitabın girişinde belirttiklerine göre yazarların ikisi de ailelerinin yasını tutuyorlardı. El-Arîr’in sadece kardeşi değil, dört uzak akrabası da öldürülmüştü. El-Haddad ise geniş ailesinden beşi çocuk, dokuz kişiyi kaybetmişti. Bir şeyler yapmalıydılar ama nasıl?
“Korkarız ki Gazze bir alegori ve soyutlamaya indirgenmiş durumda. Bu küçücük yerdeki hayatın neye benzediğini anlatmayı denediğimizde rakamlara ve sayılara boğuluyoruz. Ne kadar kuvvetli olurlarsa olsunlar; rakamların, görüntülerin, çevrimiçi gönderilerin ifade edemediğini sözcükler nasıl ifade edebilir? Filistin’in, karşılığı tam da Gazze olan eksiksiz ve insancıl gerçek hikâyesi insanlara nasıl sunulabilir?”
“Susmayan Gazze’de tam da bunu yapmayı deniyoruz. Bu acı veren döneme ve ertesindeki yıla ait en iyi yazılar, fotoğraflar, tweetler, sanat ürünleri ve şiirlerden mürekkep zorlu bir koleksiyon derlemek için yola çıktık.” [13]
İşte bu bakış açısıyla ortaya Gazze Cevap Yazıyor’a kıyasla çok daha farklı bir metin çıktığını görüyoruz. 2014’teki İsrail saldırılarının çok boyutlu etkisinin her noktası belgelendirilmeye, birbirini kesen farklı düzlemlerin yan yana koyulmasıyla bir vakanın eksiksiz bir resmi meydana getirilmeye çalışılmış. Okurun vakayı eksiksiz anlaması yönündeki arzu hemen eserin girişinde kitabı şekillendirmeye başlıyor. El-Arîr ve El-Haddad burada kitabın sebebi telifine ve bu bağlamda kendi hikâyelerine kısaca değindikten sonra hemen objektif bir zemin kurmaya girişiyorlar; hem Filistin ve Nakba’nın tarihinin hem de Gazze’deki sürgit krizinin kısa ama olabildiğince ayrıntılı bir özeti, önsözün büyük kısmını oluşturuyor. Böylece okurun 2014 senesinde Gazze’yi anlaması için bir çerçeve ve zemin hazırlanmış oluyor.
Susmayan Gazze, birbirini tamamlayan altı alt bölümden müteşekkil. İlginçtir ki eser Rifat El-Arîr’in kardeşinin ölümünün hemen ardından onun için yazdığı yazıyla başlayıp yine Gazze’yi terk etmenin bir seçenek olmadığının altını çizen bir başka yazısıyla kapanıyor. Bu iki yazı arasında, Gazze’nin operasyon boyunca yaşadığı tecrübenin eserde farklı şekillerde somutlaştırılmaya çalışıldığını görüyoruz. Bu hâliyle eser bir metin müzesini ya da daha basit şekilde söylersek su yüzüne çıkarılmış bir arşivi andırmakta.
Bu müzede Gazze’nin 2014 tecrübesine dair her şey bir araya getirilmiş gibi. Eser, saldırıların tesirini bizzat yaşamış insanların tanıklıklarıyla başlayıp dışarıdan gözlemcilerin süreç içinde ve sonrasında yazdığı yazılarla devam ediyor. Sonrasında, İsrail bombardımanının Gazze’deki sanayiye, tarıma, su sistemine, tarihsel kalıntılara vs. etkisi üzerine odaklanmış ayrı ayrı inceleme yazılarıyla kentteki yıkımın nesnel bir tasviri yapılmaya çalışıyor. Yıkımın ardından Gazze’nin nasıl yeniden inşa edileceğine yönelik tartışmalar bile eserde kendine yer bulmuş. Tüm bu yazıları, araya serpiştirilmiş fotoğraflar ve şiirler kesiyor. Bu hâliyle, şahsi notlarla objektif değerlendirmelerin, duygusal tepki yazılarıyla nispeten nesnel hasar raporlarının iç içe geçtiği bir yapı oluşuyor okurun karşısında.
Daha önce de söylediğim gibi tüm bu çaba içinde en belirleyici şey, hiçbir nokta açıkta kalmasın ve vakaya bakan hiçbir açı kaçırılmasın arzusu. Bunun için yazarlar yeri geldiğinde makale-deneme formundan da kolayca ayrılıyorlar. Sadece fotoğraflar, küçük sanat eserleri değil, vakayı baştan sona kat eden listeler de kitapta yer buluyor kendine böylelikle. Örneğin, kitap biterken operasyon boyunca öldürülen tüm Gazzelilerin isimlerinin gün gün verildiğini ya da süreci yaşayan farklı insanların 51 gün süren operasyon boyunca attığı tüm tweet’lerin listelendiğini görüyoruz.
Dolayısıyla karşımızda bir yıkım anıtı var. Neredeyse saplantılı bir ayrıntıcılıkla gün gelip 2014’teki kahırlı vakaya bakmak isteyenler için bir hakikat anıtı dikmeyi umut etmiş yazarlar. His ve tanıklık ile bilgi ve nesnellik ahenkle iç içe geçsin, hakikati eksiksiz ifade etsin istemişler. Bu haliyle El-Arîr ve El-Haddad’ın emeğinin sadece önemli ve değerli değil, nev’i şahsına münhasır olduğunu da belirtmek gerek.
*
Yazının ilk bölümünde El-Arîr için “Duyulmuş muydu sesi, herhangi bir karşılık bulmuş muydu?” diye sormuştum. Bu soru önemli çünkü gördüğümüz gibi duyulmak ve Gazzelinin sesini duyurmak merhum yazarın temel arzusuydu. Kendinin, kentinin ve halkının hâli bilinsin, sesi işitilsin diye yazmış ve başkalarının yazmasına vesile olmuştu. Bu büyük soruya merceği kendimize tutarak bir kez daha bakalım: El-Arîr’in sesi Türkiye’de ne kadar duyuldu?
Yazarın ölümünden, yani onunla “tanışma”mızdan sonra, aslında hiç beklemediğim şekilde Gazze Cevap Yazıyor’un İntifada Yayınları tarafından 2016 senesinde Türkçeye çevrildiğini ve Emrah Saraçoğlu çevirisiyle yayımlandığını öğrendim. Kendi adıma utanç verici bir cehaletti bu. El-Arîr’in sesi bana ulaşmamıştı ama peki, ulaştığı başkaları var mıydı? Maalesef kitap hakkında küçük tanıtım notları dışında hiçbir şey yazılmamıştı. Üstüne, kitabın tercümesini edinmeye çalışırken ne kitapçılarda ne de internet kitabevlerinde kitabı bulmak mümkün oldu. Filistin üzerine kitaplar basan küçük yayınevi anlaşılan kitaplarını dağıtamıyordu. Ancak doğrudan yayınevine ulaşarak tercümeyi edinebildim. İşin özünde koskocaman yedi yıl boyunca El-Arîr karşıdan bize bakmıştı ama biz onu görmemiştik.
Öte yandan El-Arîr’in kitabının tercüme edilmediğini düşünmek de tuhaf bir yanılgı değil. Zira bırakın Arapçayı, aslında Batı dillerinde yayımlanan Filistin ve Filistin tecrübesi hakkındaki pek çok önemli eserin bu uzun on yıllar boyunca Türkçeye çevrilmediğini görüyoruz. Örneğin, videoları ve ateşli konuşmalarıyla pek sevilen Amerikalı akademisyen Norman Finkelstein’in çok sayıda eserinden sadece ikisi mevcut şu an Türkçede. Türkiye’nin kültür ve siyasi hayatında Filistin’e duyulan ilgiye dair o gösterişli jeste sıklıkla tanık olsak da içinde devindiğimiz kültür dünyasının hâline baktığımızda bu jestin arkasında gerçek bir merak ve kaygı olduğunu söylemek kolay değil maalesef.
Oysa Rifat El-Arîr dile, sözün gücüne, gönderdiği can mektubunun okunacağına; dilin bir mücadele alanı olduğuna, sözün ağırlığına ve başkalarına ulaşıp onları değiştirebileceğine inanıyordu. Bunun Gazze’nin ve Filistin’in kurtuluşunun yollarından biri olduğunu umuyordu. Şimdi Gazze’deki yıkım devam ederken El-Arîr’in umudunun taşıdığı sorunun gölgesi hepimizin üstüne düşüyor. Onun bu umudunun farkına iki kitabıyla, farklı ortamlar için yazdığı çok sayıda yazıyla ve şiirleriyle değil ancak ölümüyle varmamız yalnız El-Arîr’in değil, bizim de trajedimiz olsa gerek.
Mehmet Fatih Uslu
*Kapak resmi: Hayfa, Filistin, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, II. Abdülhamid Han Fotoğraf Albümleri, Yer Numarası: NEKYA90501/5.
[1] “Israeli Strike on Refaat al-Areer Apparently Deliberate”, son değiştirilme tarihi 8 Aralık 2023. https://euromedmonitor.org/en/article/6014
[2] Şiirin 7 Ekim’den çok daha önce yazıldığını, ilk defa 2014 senesinde şu makalede yayımlandığını not edelim: Refaat Alareer, “ ‘Gaza Writes Back’: Narrating Palestine”, Biography, vol. 37, sayı 2 (Bahar 2014), s. 537.
[3] Refaat Alareer, der., Gaza Writes Back: Short Stories from Young Writers in Gaza, Palestine, Washington DC: Just World Books, 2014. Burada kullandığım Türkçe çevirisinin künyesi ise şöyle: Rifat el-Arîr, der., Gazze Cevap Yazıyor: Gazzeli Genç Yazarlardan Kısa Hikâyeler, çev. Emrah Saraçoğlu, İstanbul: İntifada Yayınları, 2016.
[4] Refaat Alareer, “The Story of My Brother, martyr Mohammed Alareer”, son değiştirilme tarihi, 28 Temmuz 2014. https://electronicintifada.net/content/story-my-brother-martyr-mohammed-alareer/13653
[5] Refaat Alareer and Leila El-Haddad, der., Gaza Unsilenced, Washington DC: Just World Books, 2015.
[6] Rifat El-Arîr, “Editörün Sunuşu”, Gazze Cevap Yazıyor, s. 20.
[7] Rifat El-Arîr, “Editörün Sunuşu”, Gazze Cevap Yazıyor, s. 12.
[8] Şehd Avadallah, “Bir Seher Vaktinde”, Gazze Cevap Yazıyor, s. 172.
[9] Cihan el-Ferre, “Lütfen Öldürmek İçin Ateş Edin”, Gazze Cevap Yazıyor, s. 109-110.
[10] Şehd Avadallah, “Bir Seher Vaktinde”, Gazze Cevap Yazıyor, s. 170.
[11] Rifat El-Arîr, “Editörün Sunuşu”, Gazze Cevap Yazıyor, s. 15.
[12] Rifat El-Arîr, “Editörün Sunuşu”, Gazze Cevap Yazıyor, s. 24. Kitap hakkında yazdığı başka bir makalede bu evrenselci direniş vurgusunu daha açıkça yapıyor El-Arîr: “Gazze kavgası evrenseldir ve ulusal düzeyde olduğu kadar evrensel düzeyde de bu kavganın verilmesi gerekir. Ali Abunimah, The Battle for Justice in Palestine adlı kitabında bu anlayışı özetler: ‘Filistinlilerin insan hakları mücadelesi Amerika Birleşik Devletleri’ndeki ve dünya çevresindeki insan hakları mücadeleleriyle yakından bağlantılı olmak durumundadır.’” El-Arîr, “‘Gaza Writes Back’: Narrating Palestine,” Biography, s. 536.
[13] Alareer ve El-Haddad, Gaza Unsilenced, s. 14.
İşbu web sitesi ve tüm sayfaları Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa tabidir. Sitenin içeriğine ilişkin her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi-belge, her türlü fikri ve sınai haklar ile tüm telif hakları ve diğer fikri ve sınai mülkiyet hakları Zift Sanat’a aittir.